30.09.2011

yaz yaz diye nicesine sarıldım

Nefret ediyorum bu kıştan ben. Ah aslında tek cümleyle bitirmek lazım bu yazıyı da neyse.

Nefret edilesi özelliklerini sıralayalım madde madde en iyisi.

-Kıyafet en büyük sorunlardan birisi. Yazın bi tşört bi pantolon giyip her yere gidebilirken kışın 30 kat şey giymek zorundasın. Bakkala bile giderken 1 saat hazırlık gerekiyor. Eşşşek ölüsü gibi montunu hep yanında taşımak zorundasın.

-Burdan şuraya geçeyim, yanında hırka, kazak, mont, şemsiye gibi bavulluk şeyler taşırken okula git gel ayrı dert. O kadar şeyi nerene sokçaksın..

-Buz gibi soğuktan ev, okul gibi sıcak bi ortama girince burunda musluklar açılıyor. Sümkürme sesleri efekt oluyor günlerimize.

-Ne kadar kalın botlar giysen de bir yerden su girip çorabını ıslatıyor. Sonrası işkence.

-Otobüs ve vapur seferleri daha geç başlar daha erken biter.

-Birileriyle buluşulduğunda dışarda gezilemeyeceği için hep kapalı bir alana girip para harcamak zorunda kalıyorsunuz. Biz de manitayla yazları bir mısır ve tatlı niyetine buz parmakla günü kapatırken kışın kafeden kafeye geze geze dünya para harcıyorduk.



Psikolojik etkenler


-Bir yerlerde vardı anket tarzı bir şey "aşkı hangi mevsim hissettirir" diye. KIŞ.

-Yazın ordan oraya fink atarken kışın odana çekilip işinde gücünde takılırken kendinle başbaşa kalırsın. Bu da ya aşk acısını tavan yaptırır ya da yalnızlıktan kafayı yersin.

-Hava hep karanlık, basık, boğuk, sislidir. Bu da depresyona yol açacak büyük bir sebep. İnsanın içini bunaltır.

-Hava erkenden karardığı için eve geç gelmeler son bulur. Yazın 10-12lerde eve gelirken kışın 6dan geçe kalamazsın. Bu da evde daha çok sıkılmak demek.

-Yazın fönlerle, incecik bodylerle güzelliğin ve seksiliğin dibine vururken kışın kezban moduna geçersin. Özel araba falan olmadığı için sabah ne kadar uğraşsan da okula, işe gidene kadar yolda harap olursun. Fön zaten yalan olur. Makyaj desen hiç girilmez, 10 dakikada vampire dönersin. Hal böyle olunca kızın özgüveni azalır, kendisini güzel hissetmeyince her şeye karşı bi isteksizlik oluşur.

28.09.2011

gönlüm razı yarım ekmek arasına

Ay bıktım bu gönül işlerinden ama. Kendimden sıkıldım. Ama dur bunu da yazayım içimde kalmasın. ben çok salak bi başak burcuyum. Hoş burçlardan hiç anlamam da anlayan olur belki ona göre karakterize eder beni ehi.

Ben "kazık kadar" kız olana kadar aşk meşk olaylarına girmedim. Kaçtım hep. Böyle 3-5 yahuşuklu geldi geçti ama ne uzun sürdüler ne bana bir şey hissettirdiler. Bunun en büyük nedeni uygun kişi olmasa da bende sürekli bir topuklama isteği olurdu. Niye? E kızız malum, böyle hassas duygusal falan vıcık vıcık hormonlar vs.. İlişki demek sorun demek.. Hele aşk. Aboo. Boşuna demiyorlar acısız aşk yoktur diye. E yok.
Şimdi bana önceden sorsan "ulan öyle mal gibi yaşayacağıma aşık olayım gerekirse acı çekeyim, yani sonuçta acı çekmek bile insana yaşadığını hissettir." derdim. Sonra yaşadık biz bu aşkı. Geçti gitti. Hönk!!! Ne geçmesi ya gerzek kafam, aşk biter mi? Bitmedi tabii. Geçmedi de.. Öyle duruyor içimde. Ama onunlayken acı çekeceğime ayrı olayım kalbime gömeyim diyorum. Bi üşengeçlik var bende.

Bundan kelli de aşk meşk uğramasın kapıma. Böyle 2309423 tane arkadaşım olsun, hiçbiri de kalıcı olmasın. Kalıcı arkadaşı da sevmiyorum zaten bir süre sonra her şeyini öğreniyor konuşacak bir şey kalmıyor saçmalamaya başlıyorsun. Sürekli yeni arkadaşlarım olsun. Tamamdır mis gibi hayat. 35'te gelsin bu deli oğlan, dolansın belime öpsün dudağımdan. Çok mu şey istiyorum.
(Bir de geceleri onu deli gibi öpme isteğini yenersem hayat bana güzel ve asıl cevap gönül razı.. )

21.09.2011

korkuyorum bir gün haberlere çıkacaksın diye

Hangi açıdan bakarsan bak zordur "uzak mesafe ilişkisi". Ne lanet bir şeydir bu. Beddua bile edilebilir bununla..
-u.m.i. yaşayasın emiiii!

Yaşamayı bir kenara bırak ayrılık kısmı çok sancılıdır. Şimdi bu adam başka şehirde yaşıyor ya. O şehir böyle bir anlam kazanıyor sende. Artık ismini duyunca o şehrin içinde bir şeyler sızlıyor. Bunu gerçekten hissediyorum. Haberlerde çıkar ya "şu şehirde patlama oldu, 4 kişi öldü." diye. Ben onlarda bile fena oluyorum. Adını duyacağım ölenler arasında diye korkuyorum. Ya ona bir şey olduysa diye korkuyorum. Bıkıyorum artık o şehirden. Yok olsun istiyorum, haritadan çıkartsınlar istiyorum.

Sırf o da değil, ne bileyim bir açılış bir tören, konser vs. böyle insanların toplandığı bir kalabalık gösterildiğinde televizyonda gözlerim onu arıyor. Acaba gitmiş midir? Acaba orda mıdır?
Böyle takıntılı olup da televizyon izlemek işkence oluyor. Ondan bir haber bir iz arıyorum en salakça yerde bile. Her gün hayallerimde yaşattığım o kişi zamanla sanki hayal ürünü gibi bir hale geliyor. Görmek, ne yapıyor ne ediyor bilmek istiyorum. Yok olup gitsin istemiyorum..

9.09.2011

herhangi bir aktivitede söz sahibi olmak gibi bir hataya düşmeyin

En sinir olduğum şeydir. Ömrümden ömür tüketir ek olarak arkadaşlarıma karşı nefret duygusu uynadırır.

Bundan sonrası basit, fikri ortaya atıp gerisini onlara bırakıcam mis. Uğraşsın dursunlar, bir de böyle ,
"ay o gün olmaz kuaföre gitçem"
" cuma da akrabalar gelcek"
"hafta sonu hiç olmaz çok kalabalık vıcık vıcık insan istemez"
diye sorun çıkartıp durcam. Görsünler nasıl oluyormuş.

Ya sanki evlenme teklif ettik de düğün planlıyorlar. Alt tarafı bir yere gidip sıradan işler için bile kırk takla atıyorum. Herkesin nazını çekiyorum. Ne nazlı insanlar ya, hep bana mı denk gelir bilmem. Zaten İstanbul'da plan falan tutmaz. Ne bileyim 1 hafta sonrası için plan yaptıysanız o bir haftanın her günü biri arayıp gelemeyeceğini söyler, buluşma günü de 2-3 kişi kalırsınız.
En temizi
-Haydii bugün şuraya gidiyoruz gelen gelsin
olayıdır. Ben de öyle arkadaş severim zaten, arıycam sabah gel şuraya gidelim diye, tama giyineyim çıkalım diycek. Ciğerini yerim ben öyle arkadaşın ya.

Bunlara ek olarak bir de götürdüğünüz yerleri beğenmezler var ya al kızgın kaşıkla gözünü oy. Götürüyorum mesela, şuranın künefesi süper arkadaşlar gelin diye. Daha yolda başlıyorlar sızlanmaya.
"ay buraya gelene kadar şuraya giderdik, künefe ağır şimdi yenmez ki, geldiğimiz yerde daha güzeli var"
Böyle daha gitmeden beyinleri yıkıyorlar, sen onları dünyanın en güzel böyle tescilli mest eden künefecisine de götürsen beğenmezler, burun kıvırırlar.

Bunda kelli bu yöntemi ve rahatlığı ben uyguluyorum. Bırakacağım istedikleri yere götürsünler, yaylıp laf sokucam paşa paşa. Ay öf püf ayakları ohh. Bekleyin beni huysuz arkadaşlar!

6.09.2011

görsel efekt de neymiş

Son zamanlardaki filmlerden çok şikayetçiyim ben. Efenim tutturmuşlar bir görsel efekt diye, sinema sinema değil mühendislik harikası mübarek. O imdb'de 7 point 8 alan filmlerdeki diyaloglar gece sayıkladıklarım kadar anca. Ne bir duydu var ne bir his.

Ha şimdi kalkıp ağlatsın, korkutsun falan demeyeceğim. Öyle salya sümük filmlerden de soğudum zaten. Ama ne bileyim konu var tamam da o konuyu pat diye ortaya koymazsın dimi. Bi tabağı süsler insan, önce kokusunu duyarsın,tabağa yerleştirirler, sos koyarlar öyle getirirler. (karnım aç da). Ama bunlar dann diye veriyorlar ne varsa.

Romantik komedilere girmeyecektim ama boku çıktı. Hepsinde aynı konu: duygusuz seks.
Ya tamam anladık konuyu salla da bi düzgün işle dimi. Gör, seviş seviş seviş, sonra istem dışı aşık ol bidi bidi. Ya bildiğim bi sanat eseridir film, ama yok sanattan eser yok.


Benim için önemli olan konudan ziyade konuyu işleyiş biçimidir. En basit konudan bile muhteşem filmler çıkabiliyor. Örnek verecek olursak, "A Single Man".

Film konu itibariyle gayet sakin ilerliyor. Öyle çok yerinden hoplatan ağzını açık bırakan şeyler yok.

Ama filmin ilerleyişinde insan o duyguya kapılıp sıkılmadan izliyor.
En önemli etmen filmdeki imgelerdir. Evet heh "imge". Bunu beceremeyen o kadar çok yönetmen var ki.
Filmde başrol oyuncumuz aşkını kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyor. Colin Firth'ün muhteşem oyunculuğuyla bunu hissetmek çok da zor olmuyor zaten. Günlük işlerini zorunluluktan yapan, sabah kalkmayı sevmeyen birisini canlandırıyor.
Ara ara filmde okyanusta boğulan bir adam görüntüsü görüyoruz. Bu görüntüde karakterin aşk acısı çekerken kendisini boğuluyormuş gibi hissettiğini anlıyoruz. Sabah kalktığında, sınıfında ders verirken..

Dikkatimi çeken başka şey de, dışarda öğrencisiyle konuşması sırasında. Kamera öğrencisini çekiyor önce, güneş hafif yüzüne çarpıyor, parlak, net, aydınlık bir yüz görüyoruz. Fakat kamera Colin Firth'e dönünce gölgede kalmış, mat, yaşama isteğini kaybetmiş bir yüz..

Diğer bir örnek de Black Swan. Darren Aronofsky bu filminde ne kadar usta yönetmen olduğunu göstermiş.

Film resmen imgelerle dolup taşıyor. Hepsini tek tek incelemeyeceğim ama tüm bu detaylar konuyu bütün halinde tutuyor. Nina'nın sırtını kaşıyıp durması, film bounca açık renk kıyafetler giymesi, annesinin takıntılı olması..
Bunlar filmin sonunda açıklığa kavuşuyor ve bir film değil de sanat eseri izler gibi oluyorum.
Yönetmen istese "kız takıntılı, mükemmel olcam diye canından oluyor" gibi basit bir temayla da çekebilirdi filmi. Ama ben defalarca izleyip de her izlediğimde farklı bir nokta dikkatimi çekmişti.

Çoğu filmde daha sinema kapısından çıktığım an film aklımdan uçup gider. Kimileri görsel efektli filmleri daha çok sevse de filmi sadece bilgisayar harikası olarak sunmak haksızlık geliyor bana.

Kaldı ki film konusundaki başarısızlıkları görmenin bir yolu da uyarlama olmaları. Filmi çekilmeyen kitap, çizgi roman, çizgi film, hikaye, destan kalmadı. Özgün bir senaryonun açlığını çekiyoruz izleyici olarak.