14.04.2012

ilk ve son şiirim



Geçen gün yürüyordum boş sokakta,
Aslında boş değildi sokak da kafam da..
Ama dalgınlık hali neylersin.
Boş olan sendin sevgilim..
Anlatsam sana anlamaz gülersin
Ay çok komiksin heaa dersin
Belki hoşluk olsun diye bir de öpersin
Bakarsın gözlerimin içine boş boş
Ben de bakarım bi süre hoş hoş
Sonra derim "siktir git godoş"
Yine anlamazsın ama gidersin..

13.04.2012

olacağı varmışşş


Biraz film yorumu gibi olacak ama aslında öyle değil. Çünkü sadece tek bir noktaya parmak basacağım. Böyle bir huyum var işte, koskoca filmden tek bir noktayı alıp tüm filme mâl ediyorum. Neyse, değineceğim kısma gelirsek...



127 saat filmini izlemişsinizdir. Maceracı gencimiz herkesten habersiz bir başına kanyonlarda gezinirken bir kaya parçasına sıkışıyor ve 127 saatini ondan kurtulmaya çalışarak geçiriyor. Ve sonunda da .. neyse hadi sonunu söylemeyim izlemeyen vardır, bu saatten sonra ne izleyecekse artık gerçi..

Filmde bu genç bi ara şöyle bir şey diyordu
-Hayatımda yaşadığım her şey beni bu kaya parçasına itmiş.

İşte beni etkileyen kısmı buydu. Yani tüm o yaşadıkları, yaptığı her şey, bu kadar maceracı olması, annesinin telefonlarını açmaması, gittiği yerden kimseye bahsetmemesi... hepsinin sebebi buymuş. Çünkü o kaya parçası onun hayatında bir dönüm noktası. Ve bir şekilde olması gerekiyordu.

İnsan kendi hayatında da böyle düşündüğü zamanlar olabiliyor. Çok çok istediği bir şey varken ve o hayatının amacı olmuşken başarısız olunca fark edebiliyor ki aslında zaten öyle olması gerekiyormuş. Ya da ne derler, heh hayırlısı oymuş. Tabi film için bu pek geçerli olmayabilir ne de olsa kolunu kesmek zorunda kalıyor (ay sonunu söyledim!) ama kötü de olsa mutlaka insan o yaşadığı şeyin hayatını nasıl da başka bir yöne sürüklediğini hissediyor. Hayatının amacı sandığı şey olmayınca aslında onun sadece merdivenin bir basamağı olduğunu anlıyor. Ve daha önünde çıkılması gereken bir sürü basamak olduğunu fark ediyor.
Bu konuya daha sonra yine değinmek üzere burada kesiyorum.. cut!

8.04.2012

zayıflamanın en iyi yolu: psikolojik sorunlar

Dünyanın en sağlıklı insanı olarak diyebileceğim şey budur. En son ne zaman doktora gittiğimi hatırlamıyorum bile. Hele kilo olarak bugüne kadar hiç sorunum olmadı. Anlayacağın taş gibi bünyem var. Ama gel gör ki ne zaman bi iç sıkıntım olsa bünyem alt üst oluyor. İnsan zaten duygusal bi ilişkinin içine girince iştahı falan kesiliyor, sonrasında bitince de acıdan bir şey yiyecek hali kalmıyor depresyon vs. Sonra bi bakmışsın, hooopp gitmiş kilolar..

Benim fazla kilom yok ama bu olaylardan sonra daha da zayıfladım. Şimdi da pollyanna moduna geçip kilo alma aşamasındayım. Sonra fazla artarsa yine bi ilişkiye girip normale dönerim.

Pek karamsar biri olmamama rağmen yine de bu tür şeyler beni de etkiliyor. Daha doğrusu etkiliyormuş.. Bir gün arkadaşlarla içki içince anladım bunu. Normalde sarhoş olunca çok neşelenen ben, son defasında köpek gibi ağlayıp sabaha kadar kusmuştum. Tabi bunu yaparken içimdeki nefreti ve bana bunu çektiren kişiye olan son duygu kırıntılarını da kusmuşum. Ki hepsi geçip gitti.
O gün 2 kilo verdiğimi unutmam.

Ama dedim ya geçti. İnsan içinden atarken aşkı sevgiyi bir kilo kaybı yaşıyor haliyle. Bende 2 kiloymuş. Sadece 2 kilo. Ve o da gitti artık.

23.02.2012

zamandan bağımsız duygular

"Zamanla geçer."

Çoğu şey için evet! Ama ya zamanla geçmeyenler..
Aşk acısı mesela.. Çoğu insan için böyle değil midir? Başlarda taş olsa zor dayanır. Ağlar, zırlar, içer, kusar.. Bunları yaşar herkes. Ama aradan zaman geçmeye başlayınca yavaş yavaş içindeki o yara kapanır ve artık kendi hayatına odaklanırsın. Ne de olsa "ölenle ölünmez" ya da daha tikkyce bir tabirle "giden gitmiştir, gittiği gün bitmiştir."

Şunu düşünürüm, eğer bir kişiye gerçekten aşık olduysan, kalbini ona verdiysen ve ayrılırken de istemeden ayrıldıysan aradan 5 ömür de geçse unutamazsın.
Çünkü o duygular gerçektir. Her şeyden önemisi "yarım kalmıştır." İşte bu yarım kalmışlık duygusunun zamanla hiçbir ilgisi yok. Hep, ya ayrılmasaydık, ya tekrar barışırsak, ya başkaları onun gibi değilse, acaba şu an ne halde, gibi sorular kemirir durur içini. Ve maalesef zamanla hiçbir ilgisi yok. Gerçekten yok! Ruhuna işlemişse bu duygu ondan kurtulmanın imkanı yok.

Yüzde 99'da olduğu gibi zamanla geçiyorsa beslediğin duygular belki alışkanlık belki sadece sevgi. Çünkü zamanla kazanılan alışkanlık zamanla yok olur.
Bilmiyor muyuz sanki, 3-4 yıllık bir birlikteliğin ardından ertesi gün başkasını bulmuyorlar mı?
Ama diğer yanda sadece bir kaç aydır tanıdığın insanı kaybedince bir ömür unutamıyorsun.
Anahtar kelime "yarım kalmışlık."

Tavsiyem ise, bu yarım kalma duygusundan kurtulmak için izlenen klasik yolu izleyin. Ayrılıp barışın, her ayrıldığınızda ona olan duygularınızdan biraz bişeyler kaybedin. Sonuncusu çok sert olsun. Ne bileyim küfürleşmeler, nefret etmeler, senin hayatını mahvedicem demeler falan. Böylece o ilk günler aşık olduğunuz melek insan gözünüzde yavaş yavaş değer kaybeder. Böylece sonuncuda ayrıldığınızda acı da çekmiş olsanız hayatınıza devam edersiniz. Sabah uyandığınızda "ya şu çocuk da hoştu" deyip o çocuğa doğru yol alırsınız. %99 çalışıyor efenim.

14.10.2011

40ımıza kadar kimseyi bulamazsak evlencez bak

Geçiyoruz diğer bir klasiğe...
Bu olay cidden çok garip gelmiştir bana. Psikoloji falan okusaydım bunu üzerine bir araştırma yapardım mutlaka, hatta tez yazardım. Çok irdelenmesi gereken bir konu bence. Neler olabilir mesela altındaki nedenler,

-Seni seviyorum ama arkadaşımsın diye bir şey diyemiyorum böyle şakaya vuruyorum,
-Cidden korkuyorum evde kalmaktan, bir garantim olsun istiyorum,
-Seni kimse almaz yazık azcık sevin diye söylüyorum, nasılsa o zamana kadar unutursun,
-Sarhoşum.

Herhalde bu nedenlerden biri olsa gerek.
İnsanın bu makarayı yaptığı kişi zaten dostudur. Yani sevgili olma ihtimali olan biriyle ya da yeni tanışılmış kişiye söylenecek şey değil. Onla artık evli gibisindir hatta. Arada aşk yok ama sürekli berabersin, her şeyini biliyorsun, aşırı rahatsın, kafana estiği gibi davranıyorsun, birbirinizden utanıcak bir şeyiniz yok. E bildiğin evlilik olsa gerek bu. Bu şekilde olup da onunla vakit geçirmek hala güzel geliyorsa herhalde insanda şu algı oluşuyor "evlenince de arada aşk meşk bitse bile gayet güzel evliliğimiz olur". Bence böyle bir şey var bunu altında.
Yukarıdaki maddeleri de çürüttüm kendi kendime ama neyse. Vay beee, psikoloji falan okusaymışım bi Freud olurmuşum herhal.

5.10.2011

hatıralarla yaşanır mı be

Ben geçmişe dönüp bakmayı seven bi insan değilimdir. Yaşadıklarım bana çok şey öğretmiş olsa da maziyi hatırlamak insana pek de bir şey katmaz bence. Nasılsa öğrendiklerin içine işlemiştir, ne bileyim bi ilişkide bi hata yaptıysan diğerinde yapmazsın otomatik olarak. Ama kalkıp da sürekli eski sevgilileri yâd etmenin lüzumu yok dimi.

Tabii sırf sevgili olayı değil. Zaten kaç kişi eski sevgilisinin hatıralarını saklar ki. Gerçi vardır yaa. Ne bileyim mazoşistlik gibi gelir bana.
Açarsın mesela lise yıllığını, arkadaşların yazmıştır "lise bitse de bizim arkadaşlığımız devam edecek, hep yanındayım bıdı bıdı" gibi şeyler. İnsan geçmişe dönüp bi nah çekmek istiyor böyle durumlarda. O arkadaşlarını hatırlayıp, çektiğin kopyaları, yaptığın çılgınlıkları hatırlayıp hüzünleniyorsun. Ne gereee var şimdi dimi.
Alayını toplayıp çöpe yollamak en iyisi. Benim de vardı, fotoğraflarım, aşk mektuplarım, hediyelerim.. Ama her şey geçmişte kalınca o zamanlardan bir parçayla yaşamak zulüm geliyor insana.


Büyük konuşmamak lazım zaten, eski sevgilimle bu konuyu konuşurken şunları diyordu
-Sen ayrılırsak atarsın hepsini dimi?
-Evet.
-Ben atmam ömür boyu.
-Nasıl yani? Diyelim başkasıyla evlendin, yine de atmaz mısın?
-Hayır atmam ne zararı var, saklarım bi yerde.

Ayrıldıktan bikaç gün sonra atmıştı o da hepsini. En doğrusu bu çünkü. En mantıklısı.


İnsan geçmişindeki mutlu anları görünce şu anki haline bakıp iç geçirir ya.. Saçmalık.

Ya bi kere insan fotoğraflarda her zaman gülümser. Ya da hatıralar hep en mutlu anlara aittir.
Arkadaşların yazdıkları hep en güzel dilekleri içerir.. Sanki o zamanlar dünyanın en mutlu insanı mıydın? Yoo.
Tamamen göz yanılması ya. Ben o zamanlar daha kötüydüm mesela. Şimdi çok süperim ohh mis gibi hayatım var. Ne diye o salak şeylere bakıp psikolojimin içine sıçayım. Hepsinin canı cehenneme yeee!!

30.09.2011

yaz yaz diye nicesine sarıldım

Nefret ediyorum bu kıştan ben. Ah aslında tek cümleyle bitirmek lazım bu yazıyı da neyse.

Nefret edilesi özelliklerini sıralayalım madde madde en iyisi.

-Kıyafet en büyük sorunlardan birisi. Yazın bi tşört bi pantolon giyip her yere gidebilirken kışın 30 kat şey giymek zorundasın. Bakkala bile giderken 1 saat hazırlık gerekiyor. Eşşşek ölüsü gibi montunu hep yanında taşımak zorundasın.

-Burdan şuraya geçeyim, yanında hırka, kazak, mont, şemsiye gibi bavulluk şeyler taşırken okula git gel ayrı dert. O kadar şeyi nerene sokçaksın..

-Buz gibi soğuktan ev, okul gibi sıcak bi ortama girince burunda musluklar açılıyor. Sümkürme sesleri efekt oluyor günlerimize.

-Ne kadar kalın botlar giysen de bir yerden su girip çorabını ıslatıyor. Sonrası işkence.

-Otobüs ve vapur seferleri daha geç başlar daha erken biter.

-Birileriyle buluşulduğunda dışarda gezilemeyeceği için hep kapalı bir alana girip para harcamak zorunda kalıyorsunuz. Biz de manitayla yazları bir mısır ve tatlı niyetine buz parmakla günü kapatırken kışın kafeden kafeye geze geze dünya para harcıyorduk.



Psikolojik etkenler


-Bir yerlerde vardı anket tarzı bir şey "aşkı hangi mevsim hissettirir" diye. KIŞ.

-Yazın ordan oraya fink atarken kışın odana çekilip işinde gücünde takılırken kendinle başbaşa kalırsın. Bu da ya aşk acısını tavan yaptırır ya da yalnızlıktan kafayı yersin.

-Hava hep karanlık, basık, boğuk, sislidir. Bu da depresyona yol açacak büyük bir sebep. İnsanın içini bunaltır.

-Hava erkenden karardığı için eve geç gelmeler son bulur. Yazın 10-12lerde eve gelirken kışın 6dan geçe kalamazsın. Bu da evde daha çok sıkılmak demek.

-Yazın fönlerle, incecik bodylerle güzelliğin ve seksiliğin dibine vururken kışın kezban moduna geçersin. Özel araba falan olmadığı için sabah ne kadar uğraşsan da okula, işe gidene kadar yolda harap olursun. Fön zaten yalan olur. Makyaj desen hiç girilmez, 10 dakikada vampire dönersin. Hal böyle olunca kızın özgüveni azalır, kendisini güzel hissetmeyince her şeye karşı bi isteksizlik oluşur.

28.09.2011

gönlüm razı yarım ekmek arasına

Ay bıktım bu gönül işlerinden ama. Kendimden sıkıldım. Ama dur bunu da yazayım içimde kalmasın. ben çok salak bi başak burcuyum. Hoş burçlardan hiç anlamam da anlayan olur belki ona göre karakterize eder beni ehi.

Ben "kazık kadar" kız olana kadar aşk meşk olaylarına girmedim. Kaçtım hep. Böyle 3-5 yahuşuklu geldi geçti ama ne uzun sürdüler ne bana bir şey hissettirdiler. Bunun en büyük nedeni uygun kişi olmasa da bende sürekli bir topuklama isteği olurdu. Niye? E kızız malum, böyle hassas duygusal falan vıcık vıcık hormonlar vs.. İlişki demek sorun demek.. Hele aşk. Aboo. Boşuna demiyorlar acısız aşk yoktur diye. E yok.
Şimdi bana önceden sorsan "ulan öyle mal gibi yaşayacağıma aşık olayım gerekirse acı çekeyim, yani sonuçta acı çekmek bile insana yaşadığını hissettir." derdim. Sonra yaşadık biz bu aşkı. Geçti gitti. Hönk!!! Ne geçmesi ya gerzek kafam, aşk biter mi? Bitmedi tabii. Geçmedi de.. Öyle duruyor içimde. Ama onunlayken acı çekeceğime ayrı olayım kalbime gömeyim diyorum. Bi üşengeçlik var bende.

Bundan kelli de aşk meşk uğramasın kapıma. Böyle 2309423 tane arkadaşım olsun, hiçbiri de kalıcı olmasın. Kalıcı arkadaşı da sevmiyorum zaten bir süre sonra her şeyini öğreniyor konuşacak bir şey kalmıyor saçmalamaya başlıyorsun. Sürekli yeni arkadaşlarım olsun. Tamamdır mis gibi hayat. 35'te gelsin bu deli oğlan, dolansın belime öpsün dudağımdan. Çok mu şey istiyorum.
(Bir de geceleri onu deli gibi öpme isteğini yenersem hayat bana güzel ve asıl cevap gönül razı.. )

21.09.2011

korkuyorum bir gün haberlere çıkacaksın diye

Hangi açıdan bakarsan bak zordur "uzak mesafe ilişkisi". Ne lanet bir şeydir bu. Beddua bile edilebilir bununla..
-u.m.i. yaşayasın emiiii!

Yaşamayı bir kenara bırak ayrılık kısmı çok sancılıdır. Şimdi bu adam başka şehirde yaşıyor ya. O şehir böyle bir anlam kazanıyor sende. Artık ismini duyunca o şehrin içinde bir şeyler sızlıyor. Bunu gerçekten hissediyorum. Haberlerde çıkar ya "şu şehirde patlama oldu, 4 kişi öldü." diye. Ben onlarda bile fena oluyorum. Adını duyacağım ölenler arasında diye korkuyorum. Ya ona bir şey olduysa diye korkuyorum. Bıkıyorum artık o şehirden. Yok olsun istiyorum, haritadan çıkartsınlar istiyorum.

Sırf o da değil, ne bileyim bir açılış bir tören, konser vs. böyle insanların toplandığı bir kalabalık gösterildiğinde televizyonda gözlerim onu arıyor. Acaba gitmiş midir? Acaba orda mıdır?
Böyle takıntılı olup da televizyon izlemek işkence oluyor. Ondan bir haber bir iz arıyorum en salakça yerde bile. Her gün hayallerimde yaşattığım o kişi zamanla sanki hayal ürünü gibi bir hale geliyor. Görmek, ne yapıyor ne ediyor bilmek istiyorum. Yok olup gitsin istemiyorum..

9.09.2011

herhangi bir aktivitede söz sahibi olmak gibi bir hataya düşmeyin

En sinir olduğum şeydir. Ömrümden ömür tüketir ek olarak arkadaşlarıma karşı nefret duygusu uynadırır.

Bundan sonrası basit, fikri ortaya atıp gerisini onlara bırakıcam mis. Uğraşsın dursunlar, bir de böyle ,
"ay o gün olmaz kuaföre gitçem"
" cuma da akrabalar gelcek"
"hafta sonu hiç olmaz çok kalabalık vıcık vıcık insan istemez"
diye sorun çıkartıp durcam. Görsünler nasıl oluyormuş.

Ya sanki evlenme teklif ettik de düğün planlıyorlar. Alt tarafı bir yere gidip sıradan işler için bile kırk takla atıyorum. Herkesin nazını çekiyorum. Ne nazlı insanlar ya, hep bana mı denk gelir bilmem. Zaten İstanbul'da plan falan tutmaz. Ne bileyim 1 hafta sonrası için plan yaptıysanız o bir haftanın her günü biri arayıp gelemeyeceğini söyler, buluşma günü de 2-3 kişi kalırsınız.
En temizi
-Haydii bugün şuraya gidiyoruz gelen gelsin
olayıdır. Ben de öyle arkadaş severim zaten, arıycam sabah gel şuraya gidelim diye, tama giyineyim çıkalım diycek. Ciğerini yerim ben öyle arkadaşın ya.

Bunlara ek olarak bir de götürdüğünüz yerleri beğenmezler var ya al kızgın kaşıkla gözünü oy. Götürüyorum mesela, şuranın künefesi süper arkadaşlar gelin diye. Daha yolda başlıyorlar sızlanmaya.
"ay buraya gelene kadar şuraya giderdik, künefe ağır şimdi yenmez ki, geldiğimiz yerde daha güzeli var"
Böyle daha gitmeden beyinleri yıkıyorlar, sen onları dünyanın en güzel böyle tescilli mest eden künefecisine de götürsen beğenmezler, burun kıvırırlar.

Bunda kelli bu yöntemi ve rahatlığı ben uyguluyorum. Bırakacağım istedikleri yere götürsünler, yaylıp laf sokucam paşa paşa. Ay öf püf ayakları ohh. Bekleyin beni huysuz arkadaşlar!